Ronnie James Dio’ya ithafen…
Bu bibliografya, genel anlamda müzik yayıncılığı, özel anlamda Rock müzik kitaplarıyla ilişkilendirilebilse de, çıkış noktası bir özlem, bir nostalji eğilimi olmuştur.
Doksanlar, benim ergen veya genç değil, tam olarak çocuk olduğum yıllardı. Yine de ayrıntılarına varana kadar dün gibi hatırlayabiliyorum çoğu şeyi. Hem hayatımda, hem ülkede olan biteni… Seksenleri, doksanları yakalayan tüm Rock dinleyicilerinin, gönül verdikleri müziğin ve sanatçıların peşinde koşma hikayeleri meşhurdur ve ayrı ayrı hepsi güzeldir. CD’lerin, MP3’lerin, internetin olmadığı, kasetçalara koyacak kasetlerin dahi zor bulunduğu zamanlar… Bugünün sıkı ve çok okunan müzik yazarlarının anlattığı hikayeler aslında benim için de tanıdık. Küçük bir farkla: Her şeye rağmen 1-0 avantajlı başlayan şehirli çocuklara karşın ben, yıllar sonra yeniden yerleşmeyi seçtiğim, ama ben çocukken hiçbir imkanın olmadığı bir kasabada büyümüştüm.
Elimde neler vardı, bakalım: Çocuk yaşlarda dirilen Rock müzik aşkı, moda akımı gibi her eve giren çift yüksek kolonlu, radyolu, çift kasetçalarlı müzik seti, aynı odada büyünen bir dayı, dayının yemekten içmekten artırarak eve getirdiği Sepultura, Black Sabbath, Metallica, Nirvana, Obituary, Slipknot, Guns’n Roses… kasetleri, Blue Jean dergileri… Biraz zaman geçince bunlara eklenen, TRT’de hafta sonu yabancı müzik yayını (ki Rock parçaları da nadiren çıkardı), önce Eko TV’de, sonra Dream TV’de ve yaklaşık eşzamanlı olarak Radyo D’de program yapan Güven Erkin Erkal’ın, samimiyeti amatör ruhundan gelen yayınları…
Elde olan bunlardı. Daha sonra kendi küçük kasetçalarıma, her pazar gecesi -şimdilerde cumartesi-, ertesi gün okul olmasına rağmen gece 2’ye kadar bekleyerek, çalınan parçaları kaydettiğim Maksimum Rock programı da kişisel olarak anlamlıdır benim için. Kim bilir nerede o kayıtlar şimdi?
İstanbul’u ancak 2009’dan sonra yaşayabilecektim; fakat Köprüaltı Kemancı’dan Taksim’e, Ortaköy tayfasından Kadıköy sokaklarına, Akmar tayfasına kadarki dönemi ve ruhu, işte tüm bu mecralardan derleyip hafızama kazıyordum.
Doksanlar geçti; hem Türkiye’de hem dünyada yeni sanatçılar, gruplar, akımlar çıkıyor. Tamamını çöpe atamam fakat yaş almakta olan herkes gibi sanırım bilinçaltı şablonlarımı kırıp bugünlere, geçmişe olduğu gibi sarılamıyorum. Sadece kültürel bir durum değil bu; milenyum milenyum diye çatladığımız şey, üzerimizden tank gibi geçti. Dünyada olanlar, memlekette olanlarla birleşti; “insanlık” ideali düş kırıklığına uğradı, sahillere çocuk cesetleri vurdu, ölüler derin dondurucuda saklanmak zorunda kaldı, tecavüzler, pedofili, kan, kin, savaş derken çok da yabancı olmadığımız “zulüm” olgusuna yeni tarzlar eklendi.
Tüm bunlar içerisinde, sıkı sıkı sarıldığımız az şeyden biri müzikti ve eskilerdeki müziğin de ruhu milenyumla birlikte biraz eksildi. Yine de sarılıyoruz tabii, bir ümitsizlik metni değil bu.
“Ben neyim, beni ne büyüttü, ne oluşturdu bugünkü halimi?” diye sorduğumda karşıma başlı başına iki şey çıkıyor: Kitaplar ve Rock müzik. İşte bu bibliyografya, geçmişin nostaljisini ararken kademeler halinde büyüyüp olgunlaşan bir fikrin, özlemin ürünü. Aynı zamanda beni büyüten kitaplara ve Rock müziğe, tek defada aynı anda teşekkür etme şansı. Bu şans; hem bir yazar, hem de bir Rock dinleyicisi olarak verilmiş bir tür lütuf gibi…
Hem muhtelif araştırmalara kaynak olsun, hem de Rock arşivine bir katkı olsun diye aynı zamanda… Ama şöyle bir yükselip kuşbakışı bakınca; hiçbir şey için olmasa da, hiçbir şeyle sonuçlanmasa da olur.
Bulutsuzluk Özlemi’nin “Üretmeliyim, üretmeliyim…” mırıldanışları gibi, üreten sadece üretmiş olduğuyla yetinmeli diye düşünenlerdenim. Tıpkı bu çalışmada adı geçen tüm yazarlar, araştırmacılar, editörler, çevirmenler gibi…
Güven Erkin Erkal’ın yıllardır değişmeyen program finalleriyle bitirelim; “Sert kalıp taviz vermemek” adına… m/
Koray Sarıdoğan