Öncesinde yer aldığı TV, sinema ve tiyatro yapımlarının ardından, Ulan İstanbul dizisindeki Karlos Nevizade rolüyle birlikte tanınırlığı artan, şu sıralar Çukur dizisindeki Vartolu rolüyle de çok sevilip izlenen Erkan Kolçakköstendil’in kaleme aldığı Mukadderat, Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlandı.
M.K.Perker’in özgün çizimleriyle resmedilen Mukadderat, biri diğerinden biraz daha uzun olan iki öyküden oluşuyor: Kitaba adını veren Mukadderat ve Vakit… Hikâyeleri, karakterleri tamamen farklı olsa da benzer ruhlara, hatta birbirlerine küçük göndermelere sahip bu öyküler.
Son birkaç yıldır ekrandan, beyazperdeden ve hatta sosyal medyadan yazarlığa transfer olan veya edilen yüzlerin arasında Erkan Kolçakköstendil’i ayrı bir yere koymak lazım. Bu sadece, henüz raflarda yerini alan Mukadderat sebebiyle değil. Biz kendisini daha çok oyuncu olarak bilsek de aynı zamanda yönetmenlik ve yazarlık geçmişi de var kendisinin. Tiyatro kökenli olmasıyla bu, kaçınılmaz hale geliyor zaten.
Mukadderat, karşımıza ilk kez çıkmıyor. Henüz internetin ve onun bugün olgunluk dönemine ulaşmaya başlayan görsel kültürünün ilk demlerinde ve Erkan Kolçakköstendil’in henüz bugünkü kadar tanınmadığı 2009 yılında, “Türkiye’nin ilk Facebook dizisi” olarak bilinen Mukadderat’la aynı hikâye kitaptaki. 10 bölümlük bu mini internet dizisinin de yazarı ve yönetmeni Erkan Kolçakköstendil’di. (İzlemek isteyenler BURAYA.)
10 yıl aradan sonra Mukadderat bu sefer öyküsüyle ve M.K.Perker’in tam da öykünün ruhuna uygun çizimleriyle karşımıza çıkıyor.
Öyküde; ölüm vakitleri gelenlerin canını almak için dünyaya gönderilen Can Alıcı’ları görüyoruz önce. Hiyerarşik bir düzenle, “yukarıdan” gelen talimatı onlara aktaran Başkan, usta Can Alıcı’lar ve çırak Can Alıcı’lar biçiminde çalışıyorlar. Ne var ki hikâye, son beş yılda yedi Can Alıcı’yı atlatarak bir türlü canı alınamayan seksenli yaşların sonundaki bir kadının ortaya çıkmasıyla başlıyor. Elinde bir çocuk fotoğrafıyla sokak sokak gezen kadın için Can Alıcı’ların en iyisi çağırılıyor. Başkan’ın deyimiyle: “O ki; kaza ve suikast ölümlerinin en iyisidir. Yüzyıllardır aldığı görevlerde başarısızlığı yok denecek kadar azdır.”
“Can alıcı melekler, zamanı gelince gereken ölüm” gibi yerleşik dini motifleri andırarak başlayan hikâyede, bir süre sonra bu motiflerin yerleri bir oyun gibi sürekli değişmeye başlıyor. Tanrı imgesinin adı hiç geçmese de her şeye kadir olması gerektiğini anladığımız bir gücün kararları, “mukadderat” kavramının da temsil ettiği üzere mutlak biçimde gerçekleşmesi gerekirken işler çığrından çıkmaya başlıyor. Yaşlı kadın, “kader”in gerektirdiği ölümden sadece kurtulmakla kalmıyor, trajikomik tesadüflerle onu atlatırken başkalarının da ölümüne sebep olmaya başlıyor.
Kurgudaki çatışma unsurunun en belirgin olduğu, eksikliğinin en gizlenemediği alan tiyatro kuşkusuz. Eğitimi ve deneyimiyle tiyatral düşünüp sinematografik gören Erkan Kolçakköstendil, çatışmaları öyle iyi kotarıyor ki kaderin karşısına tesadüfü koyarak ölüme dair bir karamizah sunuyor aslında.
Mukadderat‘ın arka kapak yazısında “Erkan Kolçakköstendil’den sinematografik öyküler” ifadesiyle ortaya konan iddia doğru. Malzemesi kelimeler olsa da kelimelerin seçimi, ifade ve kurgu itibariyle salt öykü okuma deneyimi sunmuyor kitap. M.K.Perker’in en doğru sahnelerin en iyi noktasına odaklanan çizimleri de bunu destekliyor tabii.
Bu açıdan kitap, bölümlerden değil sahnelerden oluşuyor adeta. Özellikle Mukadderat‘ın bölümlerinin kapanış kelimeleri, bir yerden sonra kelimelerden hareketlere, seslere, bir anlamda kapanış jeneriklerine dönüşmeye başlıyor.
Peki, kadın tam olarak neden ölmüyor ve elindeki çocuk fotoğrafının anlamı ne? Eh, onu da kitapta bulacaksınız.
Kitabın ikinci öyküsü Vakit, ilki gibi fantastik öğeler içermiyor. 20 yıldan fazladır imamlığını yaptığı eski, mütevazı köy camisinin karşısına yapılan yepyeni, gösterişli caminin teknolojik ve mimari imkânları yetmez gibi bir de sesi kendisinden daha gür çıkan genç imamıyla uğraşmaya başlayan Hoca Efendi’nin hikâyesi bu. Aynı dinin temsilcileri olmalarına rağmen farklı kuşakların imamları olmalarıyla çatışan bu iki karakterin çekişmesi, yazarı bilinçli olarak düşünsün veya düşünmesin pek çok alt metne açılım sağlıyor.
Fonetik olarak vurucu olan adından ve dolayısıyla hikâyeye fon yapan “mukadderat” kavramından beklendiği gibi didaktik, tepeden konuşan bir dili olmaması da kitabı daha okunur kılıyor. Ahkâmsız, sade bir dille anlatılan hikâyenin, kader-ölüm-yaşam kavramına dair bir mesajı var mı diye düşündüğümde, belli bir mesajdan ziyade “verilecek bir mesajın olmadığı” sonucuna varıyorum. Bunun en büyük sebebi, öyküde “tesadüf”lerin, ilahi bir anlam yüklenen mutlak “kader”le dalga geçercesine oyun oynaması. Bir süre sonra tesadüf, kaderin karşısında o kadar güçlü hale geliyor ki kadere yüklenen ilahi kudret, tesadüfe yüklenmeye başlıyor ve okur ister istemez şunu soruyor: Küçük etkilerle tamamı değişebilecek kadar oynak olan kader, hâlâ bildiğimiz kader midir?
Nitelikli ve keyifli birer okuma, izleme, düşünme deneyimi sunan ve Erkan Kolçakköstendil’in sonraki yazılarını merak ettiren Mukadderat’la ilgili söyleyebileceğim tek olumsuz şey editörlere: Böyle güzel düşünülmüş, yazılmış, resmedilmiş bir eser, hak etmediği kadar çok yazım hatasıyla basılmasaydı keşke. Umarım bol baskısı olur da sonrakilerde bu hatalar ayıklanır.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)