Tarih, asla kendisi için değil, daima birileri içindir.
Yeni Tarihselcilik (New Historicism), başında “yeni” sıfatı olan tüm akımlar gibi kendisinden önce gelişen bakış açısına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakış açısı, 1950’lere kadar metin çözümleme alanında hâkimiyetini sürdüren tarihselci anlayıştır. Metnin içindeki anlamı keşfetme çabası, eleştirel bakışı beraberinde getirmiş ve dil felsefesinin de bu yüzyıldaki gelişimi sayesinde, yirminci yüzyıl eleştirel yaklaşımların yüzyılı olmuştur. Ellili yıllardan sonra biçimcilik, yapısökümcülük, feminizm, psikanalizm gibi yaklaşımlar metin çözümleme alanında seslerini duyurmaya başlamışlardır. Yeni Tarihselcilik, bu yaklaşımların ardından tarihselci anlayışa giydirdiği yeni gömlekle sahneye çıkmıştır.
Yeni Tarihselciliği anlayabilmek için öncelikle tarihselci bakış açısının temellerini öğrenmemiz gerekir. Bunun için de karşımıza almamız gereken korkutucu bir soru vardır; Tarih nedir?
Bu soruyu korkutucu olarak tanımlamamın nedeni; beş harflik bu kelimenin bizden öncesini ve sonrasını, gaz ve toz bulutundan gökdelenlere ulaşılan süreci, iki çakıl taşının birbirine sürtülmesiyle elde edilen ateşten lav silahlarına kadarki zaman aralığını bünyesinde barındırması… ya da bizim böyle olduğunu düşünmemiz…
Türk Dil Kurumu’nun resmi sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük’te, tarih kelimesinin tanımı şöyle yapılmış; “Bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz.” İkinci madde ilkinden daha kapsamlı; “Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim.” Üçüncü tanım ise; “Bir konuyu geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatı.”
Bu tanımlar tarih kavramının bir kelime ya da bilim dalı olarak açıklanmasında işe yarayabilir. Ancak iş, tarih kavramının varoluşunu açıklamaya ve mantığını ortaya koymaya geldiğinde, karşımıza çıkan çelişkiler ve fikir ayrılıkları, konunun bu tanımları fazlasıyla aştığını gösteriyor.
Edward Hallet Carr, tarihçinin okuruna karşı sorumluluğunu irdelediği Tarih Nedir? adlı eserinde, bu sorunun cevabını vermeye çalışırken, bilerek ya da bilmeyerek zaman içindeki kendi tutumumuzu yansıttığımızı ve bu soruya vereceğimiz cevabın, içinde yaşadığımız toplumla ilgili düşüncelerimizin bir parçasını oluşturacağını söyler. Öznellik ve nesnellik tartışmaları da burada devreye girmektedir. Tarih bir bilim dalı ise nesnel olmak zorundadır. Ama tarih, formüller üstüne kurulu bir bilim dalı değildir. Her fizikçi yerçekimini ya da suyun kaldırma kuvvetini defterine aynı kodlarla yazabilir; ancak tarihsel olaylar, tarihi yazanların belleğinden, süzgecinden geçmeden yazıya dökülemez. Burada altı çizilmesi gereken şey; “ister istemez” kalıbıdır. Tarihi yazan kişi, ister istemez kendi kültürel, psikolojik ya da ekonomik altyapısını yazımına yansıtacaktır.
Peki, tarihin formülleri yok mudur? Bu soruya kesin bir hayır cevabı vermek yanlış olacaktır… Çünkü tarihsel olayların en basit şekliyle tarihleri bile, bu alanın formülleri arasındadır. Sözgelimi bir savaşın kaç yılında, nerede gerçekleştiği ve nasıl sonuçlandığı, tarihin formülleri arasında sayılmalıdır. Ancak Carr bu noktada tarihçinin işlevini sorgulamaya başlar ve bizleri Housman’in “Kesin doğruluk bir ödevdir, erdem değil,” sözüne yönlendirir. Bugün düşündüğümüzde, aslında ödev olan kesin doğruluğu saptama işinin, bir erdem sayıldığını söyleyebiliriz. Günümüzde tarihçiler “ayaklı ansiklopedi” muamelesi görerek, toplumun ya da medyanın ihtilafa düştüğü herhangi bir konuda otuz ya da kırk saniyelik görüşleri (daha doğrusu bilgileri) dinlenilen insanlar olarak görülmekte, istisnalar tabii ki hariç…
Ansiklopedi demişken, bu kavramın anlatmaya çalıştığımız meselede işimize yaradığını söylemeden geçmek olmaz. Tarih yazımı, ansiklopedi yazımıyla aynı şey değildir… Eğer öyle olsaydı, bizim daha çok, “Güç yıkılır; mutlak güç, mutlaka yıkılır,” sözüyle tanıdığımız ünlü İngiliz tarihçi Lord Acton, tarihçiye baskı yapan erklerin, onu bilim insanı olmaktan ansiklopedi yazıcısına döndürmekle tehdit ettiğinden yakınmazdı.
“Tarih’in aslında ‘tarihler’ olduğu akıldan çıkartılmamalıdır; çünkü şu andan itibaren tarihi, sanki basit ve apaçık bir şey gibi düşünmeyi bırakmamız ve görünürdeki soruşturma nesnelerinin, ‘geçmiş’ olması dışında başka herhangi bir ortak özelliğe sahip olmadıklarını kabul etmemiz gerekmektedir,” diyen Keith Jenkins, “Tarih nedir,” sorusunun tek bir cevabının olamayacağını ileri sürer. Tarih konusunda bilgi sahibi olmanın zorluğunu anlamak için de kendisinin şu satırlarına başvurmak yeterli olacaktır.
Diyelim, İngiltere’nin geçmişinden bir bölümü -örneğin onaltıncı yüzyıl- akademik düzeyde araştırıyorsunuz. Başlıca başvuru kaynağınız da mesela Elton’ın England Under the Tudors’u olsun. Sınıfta onaltıncı yüzyılın değişik görünümlerini ele alıyor, notlar tutuyorsunuz; ama kendi yazı ve düzeltilerinizin büyük bölümünde Elton’dan yararlanıyorsunuz. Sınav gelip çattığında, yanıtlarınız buram buram Elton kokuyor. Sınavı verdiniz, İngiliz tarihi konusunda bir derece, yani ‘geçmiş’in görünümleri üzerinde görüş ileri sürme hakkını ve yeterliliğini kazandınız. Oysa aslında Geoffrey Elton konusunda bir derece aldığınızı söylemek daha doğru olurdu: Çünkü Elton’ın geçmiş hakkındaki kendi okumalarını çıkartırsak, İngiltere’nin geçmişine dair sizin ‘okumanız’dan geriye ne kalmaktadır?
Yukarıdaki alıntıda da değinilen tarih yazarının görüşleri konusu, Yeni Tarihselcilik’in de altını çizdiği konulardan biridir. Tarihin metinselliğini vurgulayan Yeni Tarihselci anlayış, “…tarihin; olguların seçimi, sıralanışı, yorumlanışı ve her şeyden önemlisi dille inşa edilmesi nedeniyle, onu yazan tarafından kurgulandığını belirtmiştir.”
Yazının başından beri üzerinde durduğumuz “Tarih nedir,” sorusunun tarihçiler arasında başlıca gündem maddesi olduğunu düşünmemiz normal… Ancak okuduğumuz kaynaklar ve bu konuda kalem oynatan isimlerin yazdıkları, tarihçiler arasında bu soruyu soranların sayısının düşündüğümüz kadar fazla olmadığını gösteriyor. “…pek az tarihçi kendisine ‘Tarih nedir?’ sorusunu sormayı gerekli buldu – bazıları, bugün de hâlâ gereksiz saymaktadırlar,” diyen Carr’ın bu satırları, mevcut durumu açıklayan cümlelerdendir.
Görüldüğü gibi tarih, tanımlanması zor bir kavram. Türkiye’deki tarih anlayışına baktığımızda da sorunlu bir yapı görüyoruz. Bu sorunlu yapı, bu satıra kadar bahsettiğimiz sorunlardan bağımsız değildir, tam aksine birbirini besleyen, sorunsallardan oluşmuş bu çarkın dişlilerinden biridir. Tarihi güçlülerin, kazananların yazdığı birçok kez söylenmiştir. Bu durum, nesnellik ve kesin doğruluk arayışında olanları tarih kavramından biraz daha uzaklaştırmıştır. Tarih sayfalarından dışlanan, görülmeyen, sesleri duyulmayan birey ve kitleler, tarih boyunca var olmuştur. Jenkins, “tarihten saklanmış”, “sistematik olarak dışlanmış” olarak tanımlanan bu insanlara değindikten sonra, “Siz de bu noktada durup, başka kaç grubun, halkın, sınıfın tarihlerde ihmale uğradıkları; nedenleri; şayet bu göz ardı edilmiş gruplar tarihsel anlatının odağına yerleştirilseler, şu an odakta yer alan gruplar da kenara itilselerdi, bunun ne gibi sonuçları olabileceği üzerine düşünebilirsiniz,” der. Jenkins, doğru sorunun “Tarih nedir?” yerine “Kim için tarih?” olması gerektiğini öne sürer. Jenkins’in tarih kavramını nakavt ettiği yumruk ise şu cümleyle gelmektedir; “…tarih, kuramdır ve kuram ideolojiktir ve ideoloji maddi çıkarlardır.”
Yeni Tarihselcilik’i anlayabilmek için işe tarih kavramından başlayarak fazlaca derine indikten sonra, denizin dibinden topladığımız bir yığın çelişki ve soruyla beraber yüzeye çıkabiliriz…
İdeoloji Yeni Tarihselcilik’te bir anlamda iktidarın diğer adıdır. Odak noktasını tarihteki büyük savaşlardan, hükümdarlık zincirlerinden ve onurlu kahraman ve liderlerden uzaklaştırıp, örneğin tarihteki evliliklere, dinsel inanışlara, eğlence eksenli tören ve geleneklere, annelik olgusuna, köle ticaretinin gerçekleşme biçimlerine ve bununla ilgili anlatılara, insanların günlük yaşantılarına, özellikle de tarihsel anlatılarda kendilerinden pek de söz edilmeyen, bir anlamda marjinalleştirilmiş ya da ötekileştirilmiş insanların öykülerine yönlendirir. Bu nedenle, kadınlar, deliler, suçlular, temel haklardan yoksun bırakılanlar, eşcinseller, köleler ve bunlar gibi toplumun görmezden geldiği ya da açıkça görmek istemediği kişiler Yeni Tarihselciliğin öykülerini, daha doğrusu tarihlerini anlatmayı seçtiği kişiler arasındadır. Yeni Tarihselcilere göre marjinal ya da tuhaf olan, asıl ya da merkezi olanın anlaşılması bakımından önemlidir. Tarih, Yeni Tarihselcilik’te hakkında spekülasyon yapılabilecek bir olgudur ve bir yönüyle komplo tarihidir.
Yeni Tarihselcilik’i Yeni Eleştiri’den bağımsız olarak incelemek doğru olmaz. Yeni Eleştiri, sosyoloji, tarih ya da psikoloji gibi bilimlere yaslanarak yapılan eleştirinin, sanat yönünü bir yana bırakarak edebiyattan uzaklaşmasına tepki göstermiştir. 1980’li yılların başında, Shakespeare ve Renaissance konularında uzmanlaşmış Amerikan edebiyat tarihçisi Stephen Greenblatt tarafından şekillendirilen Yeni Tarihselcilik, edebiyat incelemelerine yeni bir bakış açısı getirmiştir. “Greenblatt, 1980’li yılların başında yayımladığı “Renaissance Self Fashioning: From More to Shakespeare” adlı yapıtında “Yeni Tarihselcilik” kavramını kullanmıştır.”
Yeni Tarihselcilik, asıl yükselişini ise doksanlı yıllarda yaşamıştır. Hayden White, bu akımın başlangıçta edebiyat eserlerini tarihsel bağlamlarına oturtma ve edebi çalışmalara tarihsel bir boyut kazandırma çabası güttüğünü öne sürer. Şiirlerin, romanların ve oyunların yalnızca birbirleriyle olan yapısal ilişkileri değil, bu eserlerin üretimlerine etkide bulunmuş olabilecek toplumsal kurumlar ve tarihsel olaylarla olan çağrışımsal bağları da incelenmiştir.
Tarihsel eleştiri, bir eseri anlayabilmek için o eserin yazıldığı çağdaki toplumsal koşulların, geleneklerin ve inançların bilinmesi gerektiğini savunur. Bunu yapabilmek için eserin yazıldığı döneme dönmek şarttır, eseri anlayabilmek için o dönemin okurunun gözünden bakmak gerekli görülmüştür. Tarihsel eleştiri, ayrıntılı kaynak araştırmasını zorunlu tutar, ancak Yeni Tarihselci eleştiri için önemli olan bu kaynakların işlevleri ve üretildikleri dönem ile günümüzde taşıdıkları ya da taşıyabilecekleri politik ve kültürel anlamlardır. Yeni Tarihselciler için bir metni hem kendi dönemi, hem de onu izleyen dönemlerdeki değişen bağlamlar içinde değerlendirmek daha verimli ve doğru bir tutumdur.
Yeni Tarihselciler için edebiyat ve ideoloji arasında güçlü bir bağ vardır. Ancak bu bağ görünürde kendini belli etmez. Kelimelerin, anlamların, sanatın ardına gizlenmiştir. Yeni Tarihselci edebiyat eleştirisinde, okurun odaklanması gerekenler metinde söylenmeyenler ve sessizliklerdir. Macherey’in “Önemli olan eserde söylenmeyenlerdir,” cümlesi bu meselenin altını çizmektedir. Okur, yazarın söylemediklerini izleyerek metinde gizlenen ideolojiyi ortaya çıkarabilir.
Tarihte görmezden gelinen kitlelerin var olduğundan ve tarih yazımının nesnelliğinin bu yüzden tartışmalı olduğundan bahsetmiştik. Yeni Tarihselcilik, geleneksel tarih anlatılarındaki sadece savaşları, anlaşmaları, soylu insanları ve devlet adamlarını konu edinen anlayışı reddeder. Geleneksel tarih anlayışında ötekileştirilen ve kendini ifade etmesine izin verilmeyen kişi ve topluluklar, Yeni Tarihselciler tarafından çalışmalara konu edilmiştir.
Yeni Tarihselcilik yalnızca edebiyat alanında karşımıza çıkmaz. Antropoloji, sosyoloji ve kültürel çalışmalar gibi alanlarda da kendini gösteren Yeni Tarihselcilik, aynı zamanda disiplinlerarası bir niteliğe sahiptir.
Postmodern anlayışın tarih kavramına bakış açısı Yeni Tarihselcilik ile örtüşür. Tarih, postmodernist yazarlar için gerçeğin kendisi değildir, bir metindir ve her metin gibi bir yazarı vardır. Tarih, bu yazıcının gerçeğidir. Tarih yazımına ilişkin Türkçede yer alan az sayıdaki kaynaklardan birinin yazarı olan İlhan Tekeli de tarihçinin eline ulaşan bilgiye kuşkuyla yaklaşmaktan yanadır. “Tekeli’ye göre, tarihçi, geçmişte gerçekten yaşanmış olguyu gözlemleyemediği için, bu olguyla ilgili olarak eline ulaşan bilgiyle yetinmek zorundadır.”
“Empati” kavramı da Yeni Tarihselcilik’te önemli bir yer tutar. Metinleri ait oldukları kültür ve coğrafyadan soyutlayarak değerlendiren eleştiri yöntemlerinin aksine söylem, metinlerin oluştuğu sosyal, kültürel, siyasi ve edebi atmosfer de Yeni Tarihselcilik’te dikkate alınmıştır. Yazar-devir-eser üçlüsü çerçevesinde hareket eden bu yaklaşım, tarihi olay ve dönemle empati kurulması gerektiğini savunur, bu yolla tarihi belgeleri ve onların nesnellik iddialarını sorgulamayı amaçlar.
Yeni Tarihselci eleştiriye örnek vermek gerekirse, bu kuramın öncülerinden olan Louis Montrose’un “A Midsummer Night’s Dream” adlı denemesi örnek gösterilebilir. Montrose, bu denemesinde, İngiltere’de Elizabeth dönemi kültürünün fantezilerini inceler. İncelemenin sonucunda ise bakire kraliçe kültünün, dönemin edebiyatını, pastoral epik şiirini ve oyunlarını biçimlendirdiği sonucuna ulaşır.
Yeni Tarihselcilik’in ilham aldığı isimler arasında Edward Said’den Michel Foucault’ya, Hayden White’dan Roland Barthes’a kadar birçok önemli isim yer alır. Karl Marx’ın üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler hakkında görüşleri; Said’in tarihin metinselliğine, yazar ve eleştirmenin metne yaklaşımında tarafsız olamayacağına yaptığı vurgu; Foucault’nun tarihin dönemin iktidar yapılarının içinden bir bilinç tarafından kaleme alındığına ilişkin yaklaşımı; White’ın tarihin keşfedildiği kadar icat da edilmiş bir yapı olduğuna ilişkin yorumu; Barthes’ın geçmişten arta kalanların, yorumlar zincirinin bir halkası olarak eklemlendiğini ve sonu gelmez olası tarihler yaratıldığı fikri; Louis Althusser’in metnin içinde gizlenen ideolojiye ilişkin görüşleri Yeni Tarihselcilik’in ürettiği fikirlere kaynaklık etmiştir diyebiliriz.
Hayden White, profesyonel tarih yazıcılığının tabularla kuşatılmış bir alan olduğunu şu cümlelerle anlatır; “Sanıyorum her disiplin, Nietzsche’nin de çok açık bir biçimde gördüğü gibi, uygulamacılarına yapmayı yasakladığı şeylerle oluşturulur. Her disiplin, düşünce ve imgelem üzerindeki bir dizi kısıtlamadan meydana gelir ve her biri, en az –‘tarihsel yöntem’ denen şey; ‘öykü’nün ‘olgu’yla ilişkisinin ne olabileceği hakkında herhangi bir anlayışa varmadan ‘dosdoğru öyküye girmemek’ ve hem kavramsal üstbelirlemeden hem de düş gücünün aşırılıklarından (yani ‘coşkuculuk’tan) ne pahasına olursa olsun uzak durmaktan ibaret olduğu ölçüde- profesyonel tarihyazıcılığı kadar tabularla kuşatılmıştır.”
Bu tabular, tarihselci bakış açısına da yansımıştır. Yeni Tarihselcilik, aynı zamanda bu tabulara da tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu akımın eleştiri alanına yaptığı en önemli katkılardan biri, tarih algısına getirdiği yeni yorumdur. Böylece sadece edebiyat değil, sanat ve kültüre dair neredeyse her alan bu akımdan etkilenmiştir. Tarih ile geçmişin aynı anlama gelmeyen kavramlar olduğu Yeni Tarihselcilik ile anlaşılmıştır.
Görünenler ve gösterilenler yerine; görülmeyenler, görmezden gelinenler ve yok sayılanları odağa koymak, tüm tarih algısını alt üst etmiş bir yaklaşımdır. Güçlüleri, kazananları yazan ve güçlüler, kazananlar tarafından yazılan bir tarih, aslında tümüyle kurgusaldır. Bu kurgusallık, bir bilim dalı olarak karşımıza çıkar. Yeni Tarihselcilik, tarih kavramına getirdiği bu yeni bakış açısıyla, bir anlamda tarihe gömülmüş anti kahramanları gün yüzüne çıkartmıştır.
Yeni Tarihselcilik, tarih kavramının popüler kültürde önemli bir yer edindiği bugünlerde, üzerine çalışılması gereken bir kuramdır. Tarih televizyon dizilerinde dahi “kabullenilmiş gerçekler” üzerinden “kurgulanmaktadır”. Güçlünün kaleminden çıkan “resmi tarih”, Yeni Tarihselcilik’in objektifinden bakıldığında, bize söylemesi cesaret isteyen gerçekleri fısıldayacaktır.
Fotoğraf: Danil Polevoy
KAYNAKÇA
CARR, Edward Hallet, Tarih Nedir?, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
ÇAVUŞ, Rümeysa, “Edebiyat İncelemelerinde Tarihe Yeni Bir Dönüş”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Dergisi, C: 42, S: 12.
ESER, Oktay, “20. YY. Eleştiri Kuramlarında Çevirmen Görünürlüğü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C: 7, S: 32.
GEÇİKLİ, Kubilay, “Edebiyatta Yeni Tarihselcilik”, C. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C: 40, S: 1, Haziran 2016.
GÖĞEBAKAN, Turgut, Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
JENKINS, Keith, Tarihi Yeniden Düşünmek, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1997.
KOÇAKOĞLU, Bedia, “Yeni Tarihselci Bir Okuma: “Engereğin Gözündeki Kamaşma”, Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi, C: 2, S: 1.
MORAN, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.
MUNSLOW, Alun, Tarihin Yapısökümü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000.
ÖZTÜRK, A. Serdar, “Alternatif Edebiyat Öğretimi: Yeni Tarihselci Metotla Edebiyat Öğretimi”, Adana İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C: 1, S: 2.
SARIÇİÇEK, Mümtaz, “Postmodern Bir Tarih Kurgulaması: Boğazkesen”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S: 2.
ŞENESEN, Refiye Okuşluk, “Çukurova Bölgesi Girit Göçmenlerinin Girit’e Dair Anlatılarının Sosyal Tarihe Kaynaklık Etmesi”, Ç. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C: 21, S: 1, 2012.
ŞEVKİ, Abdullah, Edebiyat ve Yorum, Havuz Yayınları, Ankara, 2009.
ÜNLÜ, Aslıhan, “Değişen Tarih ve Metin Anlayışı İçinde Biyografik Dram –I: Kuramsal Bir Çerçeve”, Yedi, DEÜ GSF Dergisi, S: 5, 2011.