Kurucusu olduğu Profil Kitap’taki yayıncı kimliğinin yanı sıra Türkiye yayıncılığını hem içeride hem dışarıda güçlendirmek için ulusal ve uluslararası telif hakları, lisanslama alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız, geçmişte Bibliyofil gibi arşivlik bir programa da imza atan Münir Üstün de dosya konuklarımızdan. Yoğunluğunun arasında zaman ayırdığı için bir kez daha teşekkür ederiz kendisine.
Fotoğraf: DünyaBizim
Münir Bey, merhaba. Dosya konumuza gelmeden önce şunu sormak isteriz: Son ekonomik gelişmelerden sonra yazar-yayıncı ilişkilerinde ve yayıncılıkta neler değişecek sizce?
Yayıncılar daha seçici olacaklar. Yerli yazara ilgi artacak. Yabancı kitapların avans ödemelerinde bir değişiklik olmazsa artık dünyadan kitapları çok seyrek göreceğiz. Umarım yurtdışındaki yayınevleri durumun farkına varır! Ki biz anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca yeni yazarları desteklemeyi ne kadar önemsesek de şartlardan dolayı ilk eserlere daha az yer vermek zorunda kalacağız.
Dosya konumuz “yazarla birlikte yol almak”. Bunu öncelikle yazar-yayıncı ilişkisi bağlamında ele alıyoruz. Yazar ve yayıncıların ortak yol haritasını öncelikle içerik çiziyor elbette. Peki içeriğin ardından hangi dinamikler geliyor?
Yazarlarımız ve editörlerimiz çok naif insanlar. Yazarınızla sadece kitabı değil, hayatı paylaşıyorsunuz. Bu paylaşımda gerekli hassasiyetleri göstermek zorundasınız. Bu kolay olmuyor elbette. Ama samimiyet olursa işi başından hallediyorsunuz.
İçerik, yani eser, ilk aşamada yazardan önce geliyor. Okurla yazar arasındaki köprü eser oluyor. Peki bir yerden sonra başarıya ulaşan yazar, eserin önüne geçiyor mu sizce, özellikle günümüzün popüler yayıncılığında böyle bir çıkmaz var mı?
Günün sonunda bakıyorsunuz ki Kafka okunuyor, George Orwell okunuyor, Ahmet Ümit okunuyor, Tarık Tufan okunuyor, İbrahim Tenekeci okunuyor. Sadece yazarın iyi olması yetmiyor! İçeriğin de çok iyi olması gerekiyor.
Türkiye’de yayınevleri “gelecek vadeden yazar”ı nasıl fark ediyor? Süreç daha çok tesadüfi ve eser bazında mı gelişiyor?
Bu çok zor bir soru. Biz ilk kitap yayımlıyoruz. Eğer yazarın ikinci bir çalışması veya niyeti yoksa yayımlamamaya çalışıyoruz. Bu konuda son bir yılda iki yazar ile başarı sağladık. Samet Doğan’ın “Cuma Günü Uçmayan Kuş” ve Muhammed Berdibek’in “Belki de Bu Şarkı Dilimden Düşmez” ve “Siyah Güzeldir” isimli kitapları ile. İçerik belli ediyor her şeyi…
Siz hem yayıncılık yapıyor hem de gerek ulusal gerek uluslararası alanda telif hakları, lisanslama gibi alanlarda görev alıyorsunuz. Türkiye’de okur, yazar ve yayıncıların, yayın dünyasının güncel küresel yaklaşıma hakimiyeti konusunda neler düşünürsünüz?
Ülkemiz kitap okurlarının algıları çok açık. Bizim çeviri oranımız yıllık bazda %30-35 civarında. Bu çok büyük bir yüzde. ABD’de çeviri kitap oranı %1-2 oranında. Biz kitap sektörü olarak dünyaya daha hakimiz. Fakat elimizdekini dışarıya satma becerisini kazanmamız gerekiyor. Edebiyatımızı iyi anlatmamız gerekiyor. İnşallah bu konuda iyi editörler yetiştirir ve istihdam ederiz.
Uluslararası yayıncılık tecrübenizden hareketle, başka ülkelerde yazar ve yayınevi ilişkisi Türkiye’den daha olumlu ve olumsuz yönleriyle nasıl işliyor?
Bazı ülkelerde yazarların bağlı oldukları ajanslar veya ajanlar var. Bu sistem ülkemizde yeni yeni kurulmaya ve işlemeye başlıyor. Yazar ve yayıncı arasında bir menajerlik sistemi diyebiliriz. Bizim sistemimiz genel olarak direkt yazarla muhatap olunarak işleyen bir sistem.
Objektif bir bakışla; yayınevlerinin, editörlerin ve ajansların yeni yazarlarla yol alma ölçütünü nasıl yorumlarsınız? Edebi değer mi, ticari trendlere uygunluk mu ağır basıyor?
Yayınevi bakış açısına göre değişir. Kimi yarına kalmayacak Wattpad yazarları ile yola devam ediyor! Kimi Instagram fenomenleri ile! Kimi edebî değeri olan yazarlarla. Bu tamamen bir tercih meselesi. Önemli olan longseller olabilmek ve uzun yıllar okunmak.
Yayınevlerinin birlikte yol almayı gözettiği yazarların, okurun gözündeki karşılığı nasıl oluyor? Bugünün okuru kalıcı olacak yazarı ilk görüşte tanıyor mu sizce yoksa daha çok sonradan mı gelişiyor ilişkileri?
Salt yazardan bahsediyorsanız, daha sonradan bağlılık gelişiyor. Yazar çok ünlü biri ise zaten bir ünsiyet oluşmuş okuyucu ile arasında. Yazarın durumuna göre değişen bir karşılık söz konusu.
Yabancı dile çevrilecek eserlerin yolculuğu ana hatlarıyla nasıl ilerliyor?
Çok zor oluyor. Bu işi başaran bir kişi tanıyorum koca ülkede: Kalem Ajans, Nermin Mollaoğlu. Nermin Hanım, Türk edebiyatı için dışarıda çetin bir mücadele veriyor. Biz de elimizden geldiği kadar kişisel ilişkilerimizi ve yabancı yayıncılar ile samimiyetimizi artırarak, onları ikna ederek kitaplarımızı yayımlatmaya çalışıyoruz.
Peki ajanslar ve yayınevlerinin temsil ve çeviri süreçlerinde anlaşmazlık yaşayabildiği noktalar neler oluyor?
Netice itibariyle sözleşmeyle ilerliyorsunuz. Sözleşme şartlarına bağlı kaldığınız müddetçe bir sorun olmuyor. Ufak tefek anlaşmazlıklar insanların arasında çözülüyor. Son düzlükte kreatif bir iş yapıyorsunuz ve işin hakkını vermeye çalışıyorsunuz.
Hangi coğrafyanın okuru hangi tür ve içerikteki eserleri okuyor? Sözgelimi Batı okurunun zevkiyle Doğu’daki okurun arasında ne gibi farklar var?
Klasikler her coğrafyada okunuyor mesela. Ama günümüzde artık şöyle bir durum var. Bir yerde etki yaratan bir kitap çıkıyor, bu çok okunuyor ve sonra bu yayına paralel başka benzer eserler yazılmaya başlanıyor. Böylelikle bir trend ortaya çıkıyor. Fuarlar, internet ve sosyal medya etkisiyle bir ülkeden diğerine bu trendi yakalayan kitapları görmeye başlıyoruz. Doğu Batı kültürleri coğrafyalarının insanlarının okuma zevkinde muhakkak farklılıklar yarattı ama günümüzde böyle keskin ayrımlar biraz bulanıklaşıyor.
Özellikle bir konuda görüşünüzü merak ediyorum: Bu dosyayı en başta “yazara yatırım yapmak veya yazar yetiştirmek” ön adıyla düşünmüştük fakat farklı açılımları olabileceğini gelen kimi tepkilerle fark ettik “yazarla birlikte yol almak” ön başlığına karar verdik. Burada aslında kastettiğimiz, doğru ve güvenilir bir yazar-yayıncı ilişkisiydi. Bir yayınevinin ve yazarın, uzun vadeli, sadece ekonomik değil her anlamda geleceğe dönük ilişkisini yatırım ifadesiyle açıklamak sadece “ekonomik” çağrışımları nedeniyle mi kulağa sakıncalı geliyor sizce, yoksa bize özgü bir refleks mi var?
Yukarıda söylediğim gibi! Hayat müşterek; eşinizle, çocuklarınızla, çalışanınızla, arkadaşınızla, yazarınızla. Herkese karşı maddi ve manevi sorumluluklarınız var. Samimiyet içerisinde bunlara cevap verebiliyorsanız hiçbir sorunla karşı karşıya kalmazsınız.
Sizi yakalamışken sormak isterim: Bibliyofil bir gün dönecek mi?
Bibliyofil 4 yıl önce yaptığımız güzel bir girişim olarak anılarımızda kaldı. Geçen günlerde eski programların fotoğraflarını paylaştım ve Sevda Noyan’dan harika bir yorum geldi! “İyi bir iş yaptın ve arşive kilitlendin…” Türkiye böyle biraz. Maalesef!
Eklemek istedikleriniz varsa buyurun Münir Bey?
Bu yıla kadar dünyada 11. yayıncılık sektörü olarak tarihe geçen ülkemiz bu yıl bu yerini koruyamayacak gibi gözüküyor. Bu konuda tüm kazanımlarımızı yitirmiş olmamız beni ziyadesiyle üzüyor. 2017 yılında 408 milyon adet bandrollü. 150 milyon adet bandrol taşıması zorunlu olmayan ve MEB’in ücretsiz öğrencilerin sıralarına gönderdiği 200 milyon kitabın üretildiği bir ülkeyiz. Ciddi bir üretimimiz var. 2017 yılında 60.313 kitap ilk defa çıkmış! Biz buna yeni başlıkta yayımlanan kitaplar diyoruz ve Fransa ile kafa kafaya rekabet ediyorduk! İnşallah bu kriz süreci yayıncıları fazla silkelemeden bir an önce geçer. Yoksa işimiz çok zor.
Katılımınız için çok teşekkür ederiz.