Çağıl Tekten’in kaleminden “Sıkıntılı Metinler” serisinin diğer bölümlerini okumak için tıklayın.
“Olumlu düşüncenin, maddeyi nasıl da doğrudan etkilediğini biliyor musunuz? Yoksa siz bardağın dolu tarafını göremeyenlerden misiniz? Pek çoklarınca tartışmalı olan bu konuda hâlâ pozitif düşüncenin insan yaşamına etkilerini araştıran deneyler yapılıyor. Sonuçları ne olur bilemeyiz, ama bakış açınızın sizi yansıttığı, bir gerçek! Haydi, durmayın, bir de diğer taraftan bakın! ”
***
Bardağın yarısı dolu değil bebeğim, dedim.
Ama öyle bakma, dedi.
Yahu, bardağın yarısı dolu değil, görmüyor musun?
Böyle olma, falan filan, dedi.
Bardak boş booş, diye bağırdım.
Haa, unutmuş muyum, ne bileyim ben, dedi.
Güldük.
Bardağı doldurdu.
Keşke, dedi.
Keşke.
İçim burkuldu.
Ardından ne gelirse gelsin, yanık tene tırnak sürülmüş gibi bir his “keşke”.
Sanki insanın en içi, tam ortası güneş görebilirmiş gibi!
Görse keşke.
Görse de içteki şu tüm durgun sularda ışık ve oksijen azıcık izdivaç etse.
Hadi o da olmuyorsa kaçak göçek sevişseler adı konmayacak bir telaşla ve özlemle, bir kerelik de olsa bedelsizce nefes alsa üç kuruş mavi-yeşil alg. Bir çeşit yaşam başlasa, başlangıcın düşüşü düşünmez tazeliği esse yalandan.
Keşke!
Ah bak yine!
Neyse, keşke, dedi;
Otobandaki kedi ölüleri, hep poşet çıksa. Can çekişme değil de rüzgarın tartakladığı bir kirli poşetin salınımı olsa bir an yüreğimize inen. Bir nefes alsak, kaldırsak ineni yüreğimize, kaldırıp atsak, gülsek.
İlahi illüzyon, sen bizden büyüksün!
Ah, dedim, buna şükür.
Bu muymuş, dedim, ah ben bu güzel keşkenin ağız kenarcığını öperim.
Suyu içtim.
Bardak boşmuş.
Doldurdum sandım; dedi.
Doldurdun sandım, dedim. Güldük.
Ama çok gülmedik.
Az güldük.
O yarım güldü, ben çeyrek.
Kalan son çeyrek gülünmedi. Orada olmayanlara pay edildi sanki o kalan çeyrek.
Keşke, dedim. Haydaa!
İç, yanık, tırnak, his, nefes, düşüş.
Keşke dedim, gerisini dememişim.
Dedim, sandım.
Seni seviyorum’dan sonra gelen “ama” gibi,
ama o da değil.
Sevmelerden sonra gelen “ya da” gibi,
ama o da değil.
Umutsuzluklardan sonra gelen “belki” ile,
“yok”ların ardına yapışan “sanki” gibi
Ne çok bağlacın var, dedi.
Güldüm.
Ya neyim olsaydı, ömrüm bir şeyleri birbirine bağlamakla geçti, demedim.
Burun kıvırmasıyla kıvrıldı içimde kimliğini belirleyemediğim bir organ. Kalp değildi.
Bütün kıvrılmalar gibi büktü zamanı.
Bükülen zaman, içindeki unutulmasın diye kıvrılıp katlanmış bir kitap sayfası gibi kaldı.
Bardağa baktım.
Bardağın yarısı dolu değil bebeğim, dedi.
Sevdim bardağı, susamamıştım.
Vitrine de konmazdı, tüm takımı kırılmıştı.
Bu cümle, beni ihtiyaçsızlığımdan mahrum etti. Hoş mu?
İçim yer beğendi ona vitrinde sinsice, inadına.
Silkelendim.
Anladı, hiç gülmedi.
Çalkalandım.
Şimdi bu gülmenin tamamı orada hiç olmayanlara, hiç olmamışlara pay edilmiş olmalıydı. Hiç hoş değil.
Çalkalandıysam, boş değilse de az mıydım?
Su içelim mi, dedi.
İyimser, kötümser ya da gerçekçi değildim, değildik artık.
Tüm bunların üstünde olduğumuzu düşünüyor, altında da olabileceğimizi biliyor, yanında durmaya çabalıyorduk.
Çaba, bazı iç ülkelerde yapıcı bir eylem olmakla birlikte, bazılarında iltihaplı yaraları kaşıdığından pek hoş karşılanmaz.
İltihabın da bir çeşit üretkenlik olduğu bilinir gerçi,
güzel yaraların tatlı tatlı iç sızlatan şiiridir.
Ve bazı yaralar “bir ucube çocuğu nasıl severse anası, o toprağa bakan gözünü nasıl öperse”, öyle de sevilir.
Ama yanlış mevsimde yanlış budaktan budanmış bir cılız fidanın her şeye rağmen filiz verişinin sevinci onda aranamaz.
Aranmadığı için, bakarsın bulunur!
İlahi şaka, sen bizden büyüksün!
Su diyorum, su içelim mi?
İçelim dedi.
Bardağı kırdı.
Babam patlamış balona ağlamayayım diye kalan parçalardan ağzıyla küçük baloncuklar yapardı.
Bunu düşündüm.
Bir kırmayı, kırılmayı kırışmak
Benim de kalan parçaları mı kırmam acaba? diye düşündüm.
Babamla aynı şakacılıkla ve sonucun değilse de çabanın tatlılığına sığınarak?
Kalp kıracağına tabuları kırmak elbet yeğ, ama yumurta tokuşturmanın o tekinsiz bilinmezliği var bu işte dedim, bu kez kendime.
Tabudan evvel ona attığın kafayı kırmak var!
Ama pek aldırmadım.
Gücenmelerden özgürlükler, delirmelerden çılgınlıklar devşirdim. Çok da fena olmadılar.
Bardak kırıldı.
Su yoktu.
Su döküldü.
Kimse ıslanmadı. Herkes susadı biraz. Su döküldü diye.
Bu kez gülmenin tamamını güldük, şaşırdık diye.
Bardak kırıldı, su yoktu, yok diye döküldü, vitrin yok oldu tüm fotoğraflardan fantastik bir film sahnesi yaratıp an’da; iç’teki mavi-yeşil algler güneşten hayır beklemekten vazgeçip ışıksız bir yaşam formunda evrimleşmeye karar kıldılar.
Sevdik onların bu manevrasını, gülüştük.
İlahi inadı akan yaşamın, sen bizden büyüksün!
Su içelim mi?
Görsel Kaynak