Adnan Abi’yi, hayatımın bir döneminde sığınağım olan 350 no’lu ganyan bayiinde tanıdım; ağzında az sayıda diş, mütemadiyen kirli sakal; bir gün takım elbise, bir gün eski ve yırtık bir kotla. Öksürüyor, tıksırıyor bu, burnunu siliyor; pek hoşlanmıyorum Abi’den. Bizim Ali çok seviyor onu. Birlikte ortak üçlü, dörtlü kupon yapıyorlar. Ben işsizim, öğrencilik bitti. Ali’ninse okulu devam ediyor, bu yüzden, bazen yalnız kalıyorum. Adnan Abi ile o günlerde yakınlaşıyoruz.
Yanıma geliyor, kupon yapacağım, param yok, diyor; bazen para veriyorum bazen yok deyip gönderiyorum, ki yok gerçekten. O zamanlarda çay ısmarlatıyor kendine. Diğer bahisçiler ile arası limoni, bizi seviyor. Masamıza gide gele sohbet edecek yakınlığı bulduğundan herhalde ve tabii ki yalnızlıktan, bize açılıyor. Ne zaman cebinde parası olsa, gelip yanıma o da bana çay söylüyor, sigara ikram ediyor. Elbette onun hayatını dinlemem karşılığında.
Devrimci imiş zamanında, yetmişlerde; polis olmuş, işe başladığı gün meslekten atılmış. Söylediklerine şaşırmaya bile vakit kalmadan, yeni bir bomba daha patlatırdı Adnan Abi. Ben medyumum, bana yarım şişe su getir, senden para almam, senin istediklerini gerçekleştireyim, derdi. Sanıyorum yedi tane cini varmış. Yastığının altına bir ayna koyuyormuşsun ve de o cinler, gece sana geliyormuş. En sevmediğim işler. Yok Abi, sağ ol, dedikçe; muhabbet, bir şekilde oraya varıyor. Kurtulmak güç.
Medyumluk iddiası gittikçe dallandı budaklandı. Hikâyenin asıl ilginç kısımları ağızdan dökülmeye başladı. Adnan Abi’ye vaktiyle, bir büyü işi için zengin, yaşlıca bir kadın gelmiş, istediklerimi yapabilirsen çok para veririm, demiş. Gide gele de Abi’ye âşık olmuş bu kadın. Ve lakin teyzeyle birlikte kızı da aynı şekilde. Adnan Abi, kızını seçmiş; o günden sonra, kaynana, bunları kıskandığından damadına hiç huzur vermemiş. Evlilik, bu yüzden sakat başlamış ve aynı biçimde devam etmiş.
Adnan Abi’nin eşi, Ziraat Bankası’nda çalışıyor. Lojmanda oturuyorlar. Evlilik olana kadar medyumunun peşinde koşan kadın; evlenince, Abi’ye zulmetmeye başlamış. Bu yüzden Abi hep parasız, medyumluğu da bırakınca tabii, aç ve gerçekten sefil. Allahsız kadın, günlük beş lira sigara parası veriyor sadece kocasına.
Bu arada; üstü başı azıcık düzgün, sağlığı sıhhati yerinde, ağızda dişler tam olsa, Abi’miz yakışıklı adamdı aslında.
Kışa doğru, bir öğle üzeri, ben Nazar Kıraathanesi’nde yeni bültene çalışırken geldi, karakola düştük, dedi Adnan Abi. Hayırdır? Benim olmadığım bir gün, ganyan bayiinde birinin parası çalınmış, suçu buna atmışlar. Ben o orospu çocukları gibi faşist değilim tabii, solcu olduğumu biliyorlar, ondan bana iftira ettiler, dedi. Uzunca süre, bu öfkeden ve utançtan kendine gelemedi. Biraz düzelince anlatmaya devam etti.
Adnan Abi, devrimcilik günlerinin ardından, yetmişlerin sonunda, Fransa’ya gitmiş, kardeşinin yanına. Kalecilik de varmış meğer kendisinde. Orada bu işten para kazanma şansı olacakken, kardeş taş koymuş yoluna. Niye, kardeş faşistmiş çünkü! O esnada, adını söyledi, hatırlamıyorum; dünyanın en zengin kadınlarından birisi, Adnan Abi’ye âşık olmuş. Fakat Abi’nin kitapsız biraderi kendisini kıskanmış ve bu işi bozmuş.
Türkiye’ye döndükten sonra, Adnan Abi’nin, bugüne kadar yapmadığı iş kalmamış. Çaycılıktan tutun da defineciliğe kadar. Bu definecilik konusu çok ayrı tabii. Aklı hala o işteydi Abi’nin. Zaten altılıyı da bu yüzden oynardı. Yüklü miktar para kaldırıp, altında hazine olduğunu bildiği arazileri alacak ve de ortaya bir ev dikip evin altından kazı yapacaktı. Komşu şehirlerde almayı düşündüğü çok sayıda arazi vardı bu şekilde.
Adnan Abi, altılıya da bizim gibi başlamış. doksan sekiz yılında, hiç bilmeden yaptığı kupondan parayı alınca, bir daha musibeti bırakamamış.
Ziraat’te çalışan kadın, Abi’nin dördüncü eşiydi. Önceki karılarının ikisinden iki tane çocuğu vardı; ama görüşmüyorlardı.
Vakit geçti, ben yavaştan, ayağımı ganyandan kesmeye çabalıyorum. Bin bir güçlükle üç beş kuruş bulup iki yıl boyunca çıkaracağım ufak çaplı dergiyle ilgileniyordum. İlk sayıyı hazırladım, bastırdım. Bahardı. Ganyana gittim, Adnan Abi’yi buldum. Heyecanla kendisine takdim ettim dergiyi. Adı mı; Yeraltından Notlar.
Bir iki hafta sonra, tekrar uğradım mekâna. Abi beni kenara çekti. Çok güzel, eline sağlık; ama biraz oryantalist buldum yazılarını, dedi. Nasıl yani? Yani biraz, halkın anlamayacağı dilde şeyler söylüyorsun, daha sade ol. Peki, dedim. Hemen ekledi: Siktir et, bu da iyidir, bu orospu çocukları, zaten bir şeyden anlamaz, bu halk, böyle kendisine tepeden bakılmayı hak ediyor.
Gitmeden evvel, bir şey soracağım, dedi; sor Abi, dedim. Sizin merkez nerede? Ne merkezi Adnan Abi? Bayağı işte merkez, kaynağı neresi bunların; Ankara mı İstanbul mu?.. Ne de olsa eski devrimci işte.
Yazarlık, Adnan Abi’de de vardı. Öyle olduğunu söylerdi. Toplumcu hikâyelerden oluşan birkaç senaryosu varmış. Sigorta borcunu ödeyip emekli olabilirse eğer, üstü başı düzeltip İstanbul’a gidecekmiş. ’68 kuşağından dostları varmış. Onlar aracılığı ile Müjdat Gezen’e verecekmiş yazdıklarını.
O sigorta borcu, uzun süre muhabbet konusu oldu, bir türlü ödenmedi gitti. Hanımı aslında, borcu yatırıp emekli edecekmiş onu; ama Adnan Abi, maaşa bağlanınca, kendisini terk eder diye korkuyormuş. Karısına, bu yüzden çok kızardı Abi. Bunların dindarlığı lafta işte, diye küfrederdi. Ben de küfrederdim.
Nasıl oldu bilmiyorum, bir süre sonra, sigorta borcu ödenmiş. Adnan Abi ile, takım elbiseli ve gayet şıktı, Kafeler Caddesi’nde karşılaştık. Üç Mum’dan çıkmış, güzel içmiş; beni gördü, boynuma sarıldı. Keyfi yerindeydi. Sevindim. Abi’yi, sondan ikinci görüşümdü.
Mübarek Ramazan günleri. Bir avuç adam, ganyandayız, iftar vakti. Yanımızda tekel var; kaçak köçek de olsa içen sıçan fazlaca. Canımı öyle çektirdiler ki eve gitmeden iki bira da ben içtim. Adnan Abi geldi, üstü başı yine perişan. Borç ödenip emekli olunca, Abi, maaştan bir miktar parayı karısına vermeye başlamış, kalanı ile de içmeye. Memure, bakmış ki, iş kötü, kocası ekonomik özgürlüğünü kazandı, elden gidecek; kardeşlerini çağırmış, Abi’yi arabayla kaçırıp şehir dışında bir yerlerde dövmüşler, parasını almışlar, evden de kovmuşlar. Şimdi? Otelde kalıyormuş, günlük on liraya. Yine perişan, hasta, umutsuz.
Müjdat Gezen’e bir şekilde gönderdiği senaryolar için de cevap gelmemiş Adnan Abi’ye. Adnan Abi, çok gücenmişti ona.
İki buçuk yıldan fazla oldu Abi’yi görmeyeli. Şeker hastasıydı, öldü mü sağ mı? Evli mi boşandı mı? Burada mı yoksa gitti mi? Merak ediyorum, çok.
Ganyandaki tayfadan, ki çoğu babamızdan daha büyük, Çaycı Erol, Kaptan, Şişman, Kozmos; en sevdiğim Adnan Abi’ydi. Adnan Abi, her zaman karşılaşılacak bir adam değildi. Çaycı, defineci, devrimci, polis, medyum; o bunların hepsiydi.
Madem adamın cinleri vardı, niye kendisini kurtarmıyordu; olmaz, Adnan Abi ilkeli adamdı, şahsi çıkarları için cini periyi kullanmazdı. Sanıyorum ki devrimciliği ile medyumluğu arasındaki diyalektik ilişkiyi de bu düşüncesi teşkil ediyordu.
Görsel: Loris Lora
1985, İstanbul doğumlu. Isparta Milli Piyango Anadolu Lisesi’nden 2003’te, KTÜ, Türkçe Öğretmenliği bölümünden 2008’de mezun oldu. AÜ, AÖF, Felsefe ve SDÜ, İF, Radyo Tv ve Sinema bölümlerinde öğrenmeye devam ediyor. 2006’dan bu yana, çeşitli gazete, dergi ve sitelerde makaleler kaleme alıyor. Türkmen, Galatasaraylı, Komünist.