Özgür Atmaca’nın KalemKahveKlavye için kaleme aldığı Kentler ve Müzik serisinin diğer yazılarını okumak için TIKLAYIN.
İki karşı kıyı olan Buda ve Peşt, sade müziğini senfoniye dönüştürmüş, sakinliğin hüküm sürdüğü nadir kentlerdendir. Bunun en büyük sebebi, şehrin Buda denilen yakasının tarihi mimarisinin ve geleneksel yapısının, yaşayanlar tarafından hiç bozulmamış olması, halk şarkılarının ve şiirlerinin temsili gibidir. Bu durumda Peşt dediğimiz kısım da kentin modern ve estetik açıdan yeni olan popüler yüzünü temsil etmektedir. Bu açıdan bakıldığında geleneksel ve modern notaların harmanlanmasından dolayı senfonik tatların ortaya çıkması çok normal gibi duruyor. Sanırım bu harika düetin en önemli enstrümanını da Buda ve Peşt’in ellerinden tutup birleştiren Tuna nehrinin sakin, güçlü ve kararlı bir şekilde şehrin tam ortasından usulca akıp geçmesi oluşturuyor diyebilirim.
Yürüme eyleminin müthiş bir kompozisyon haline dönüştüğü bu kentte nehir kenarından gökyüzüne bakmak derin bir nefes çekmek gibi.. Karşı kıyıdan yükselen tarihin tozlu sesleri Tuna’yı aşıp kulağımda sessiz sessiz yerini alıyor. Kent, ona adım attığınız anda tüm varlığıyla ve içinde sakladıklarıyla adeta bir ortaçağ Troubadour’una dönüşüp türküleriyle davetkâr bir hale bürünüyor.
Kentin şarkılarına, seslerine hüzün ve romantizm kodları hâkim. Bunun sebebi ise yakın zamana kadar bu kentte tarihin en kanlı sahnelerinin yaşanmış ve bu karanlık dönemler kendi katmalarında yankılanıp, tüm gizleriyle kentin sokaklarında, ağaçlarında, sükûnetinde ve bu kaos dönemlerini yaşamış insanların gözlerinin içinde saklanıyor olmasıdır diyebilirim.
Budapeşte, Macaristan’ın her anlamda hafızası gibidir. Bir anlamda beynidir de diyebiliriz. Fakat Macaristan’nın bir kalbi varsa o da Debrecen kentidir.
Debrecen, bu harika şarkının en anlamlı sözlere sahip melodisini oluşturur. Ülkenin genel savaş tarihine, yıkımlara ve göçlere rağmen kendisini dünyadan saklamayı başarmıştır. Debrecen tarihinde üç defa yakılıp, yıkılıp yeniden ayağa kalkmaya başarabilmiştir ve bu sebepten kentin sembolü küllerinden tekrar ve tekrar doğan Anka kuşudur.
Yaz aylarında bu küçük kentte çiçek kokularının insanların zihnini işgal ederek tüm ruhları ele geçirdiği söylenir. Tüm Avrupa ülkelerinden misafirlerin ağırlandığı, haftalarca süren geleneksel Çiçek Festivali şenlikleri dünyanın tüm renklerini ve seslerini içinde barındıran mikro bir dünya temsili gibidir. Bisikletinizle bir köşeden diğerine dokunabildiğiniz bu yükseltisiz kentte, şiirlerin, şarkıların, çiçeklerin, insana ve doğaya dair güzel olan ne varsa parmak uçlarınızla yükselerek görebileceğiniz kadar kibirsiz ve ölçülüdür.
Her kentin bir şarkısı ve öyküsü olduğunu söylemiştim. Budapeşte’den Macaristan’a kadar yayılmış bir kısa kent öyküsü de vardır elbette.
“Bir yaz akşamında şehre yeni gelmiş bir çocuğun, kentin tüm oyunlarına da aldanarak, ait olduğu gruptan da sıkılmış olacak ki kaldığı yurt odasından sessizce kendisini sokağa bırakmasıyla başlar. Hz. Musa’nın buradan mı geçmiş acaba dedirttiği kenti ikiye bölen Tuna nehrinin tam ortasında bir köprüde duraklamış ve şehrin iki tarafını da ellerini uzatarak birleştirmeye çalışmış olduğu da öykünün en masum kısmı sanırım. Bu çiçek kokulu kentin büyüsünden etkilenerek sokaklar, meydanlar, çeşmeler ve duvarların tarihi dokusuyla kendinden geçerek sokaklar boyu, okuduğu ilk kitap olan Pal Sokağı Çocukları’nın en sevdiği karakteri Nemeçek’i arayan kahramanımızın onu görüp, bulup konuştuğu iddiasıyla ülkesine geri döndüğü bu kısacık ve sevimli öykü kentte anlatılır durur.
Sonuç olarak, Macaristan, Avrupa’nın; Masallara inanmış, hiç büyümeyen küçük çocuğudur. Bir yandan sessizliğin şarkısını söyleyen Tuna nehriyle, krallara, imparatorlara tanıklık etmiş büyük kale burçlarıyla, insanların adeta şehirde topuklarına basarak yürüdüğü, Nemecek’in, Mozart’ın, Prag soylularının, Alman düşünürlerinin, İtalyan gezginlerinin gelip nefeslendiği ve kendi izlerini bıraktığı tarihe düşülmüş müthiş bir Libretto’dur.
Kim bilir? Belki de Kentler, insanları gerçekten izliyor, onlarla konuşuyor ve kandırıyordur. Eğer şehirler bunu yapabiliyorsa sanırım en güçlüsü Macaristan coğrafyasıdır.
Peki, ilk kitabı “Pal Sokağı” olan şu çocuk, o sokaklarda Nemeçek’i gerçekten görmüş müdür ?
…
1981 İstanbul Doğumlu.
SAÜ Türk Müziği Lisans,
KOÜ Yüksek Lisans,
AÖF Sosyoloji
R.John Fowles ,W.A.Mozart ve A.Veysel’i çokça sever..
Profesyonel Öğrenci
Eğitimci, Okur-Yazar
Müzik yazıları yazmaya çalışıyor.
Hocam eline sağlık diyelim