Özgür Atmaca’nın KalemKahveKlavye için kaleme aldığı Kentler ve Müzik serisinin diğer yazılarını okumak için TIKLAYIN.
Yolda olmak herkesin dilindedir. Ama gitmeyi eyleme çevirmek biraz cesaret ister ki her gidiş dönmemeyi de içinde barındırır. Bu yüzden bu eylemi dilden ayağa indirmek zordur.
Gitmek; değişmenin, dönüşmenin biraz da görüp dokunup başka hissetmenin ihtiyacından oluşuyor. Başka İnsanlar, başka bakışlar (hatta bakmayışlar), başka mimari yapılar, pazarlar, sokaklar, kokular, ifadeler, araçlar, kaldırımlar…
Başka bir kentin sabahında uyanmak sizi oralı yapabilir. Ekmeği aldığın kişi veya kahveni içerken yanında oturan kent insanı, senin oralı olmadığını bilmez bu da seni oralı yapar işte. Bu geçici hisle de geçici mutluluklar yaşarsın çünkü en ilkel insan güdüsüyle dünyanın (0.00001’ine) sahip olduğunu ve çoğaldığını düşünürsün. Bu da gitmenin ikinci aşamasıdır, yani varmak!
Sesler; kentlerde en çok insanı o etkiliyor aslında. Sessizlik de diyebiliriz. Kulak, fark ettirmeden kıyasa giriyor. Geldiğiniz yer ve tam içinde olduğunuz yerin, ses/sessizliğinin oranına göre size huzur biçiyor. Sesler biraz da kentlerin seviye göstergesi sanırım. Araçlar, iş makineleri ve insanların iletişim boyutunu gösteren o özlemini çokça çektiğimiz medeniyet frekansları.
Ve tabii ki müzik…
Kentlerin kendi içlerinde duyulabilen müzikleri olduğunu düşünüyorum. Bu şarkıları ve müzikleri duyabilmek için sadece kulaklarınız yeterli gelmeyecektir. Ellerinizi cebinize sokmanız, ara ve çıkmaz sokaklara, pazarlara girmeniz, merdivenlerine oturup, duvarlarına dokunmanız, meydanlardan gökyüzüne bakmanız, hiçbir plan yapmadan varılacak yeri sadece bir sonraki sokağın kıvrımlarının belirlemesine izin vermeniz yeterli olabilir.
Ülkeler, şehirler, meydanlar bazen şarkılarını bir sokak arasında kendi gitarını çalan bir evsizle, bazen tüm kaosuna rağmen uykusunu bozmayan bir kedi miskinliğiyle, bazen bir fotoğraf karesiyle, bazen de kitapçı dükkânında kahvenizi içerken, kulağınıza fısıldayıverir.
Kentler, meydanlar ve sokakları en iyi temsil eden şeylerden biridir müzik. Sıradan yürüyüşünüzü bir film sahnesine, dans pistine çeviren, kendinizi bir anda tanımadığınız insanlar korosunun içinde bulduğunuz, tüm kötülenmiş hallerden uzak, yaşamayı gözünüzde anlamlı kılan melodi dünyasının tam ortası…Sokak müzisyenleri, şehirlerin insan dönüşüp jonglörlük yaptığı gerçeküstücüler. Bazen tek, bazen gruplar halinde size bu güzellikleri yaşatan masal kahramanları.. Bir anda sokağın tam ortasında başlıyorlar rengârenk bir şeyler anlatmaya. İstemsiz tebessümlerle ayaklarınızı, büyülenmiş gibi yanlarına doğru çekiyorlar hatta suç sayılmayacak kadar da masumca ceplerinizden bir sonraki duraklıklarını alıyorlar. Biraz cesaretiniz varsa fotoğraftan öte, aralarında da yer bulabiliyorsunuz. Koşulsuz kabulleri var. Duyabilirseniz eğer, her kentin kendini var edebildiği mutlak ve süresiz bir müziği var.
(Eğer başarabilirsem bu mecrada; gerek gittiğim gerek uzaktan duyduğum “Kentler ve Müzik”lerini aynı başlıkla anlatmaya çalışacağım. Bu başlığın uzun girizgâhı olarak bu yazıyı da buraya bırakıp şimdilik noktalayayım.)
Görsel: Booster Designs
1981 İstanbul Doğumlu.
SAÜ Türk Müziği Lisans,
KOÜ Yüksek Lisans,
AÖF Sosyoloji
R.John Fowles ,W.A.Mozart ve A.Veysel’i çokça sever..
Profesyonel Öğrenci
Eğitimci, Okur-Yazar
Müzik yazıları yazmaya çalışıyor.