Yaşayanla Yaşanmaz — İlk kez KalemKahveKlavye Dergi’de yayımlanan bu Koray Sarıdoğan yazısı şimdi web sitesinde okurla buluşuyor.
Ben manifestomu çok önce yazdım; bu o değil.
“Yapıt, tasarımın ölüm maskesidir” der Walter Benjamin. Her şey oldu bitti içimde; bu yazılanlar birer temsil sadece, olanların kendisi değil. Olduğunu sandığımız her şey, temas edilemeyen yerlerde gerçekleşmiştir zaten; biz sadece temsilini sunarız birbirimize.
Hiçbir yemek, hayal edildiğindeki lezzeti vermez dile. Bir şiir yoktur ki şairinin kafasındaki ritmi tam yakalayabilsin. Hiçbir cinayet, katilinin tasavvuruna yaklaşamaz işlendiğinde. Kimse kimseyle gerçekte tatmin olamaz hayalindeki kadar güzel. Bu yüzden hikâyeleştiremiyorum olan bitenleri. Bu yüzden huzurlu anlarıma tedirginlikler, rüyalarıma karadelikler, dalıp gitmelerime hüzünler veren şeyi, tam da gereken kelimelerle ifade etmiyorum, edemiyorum. Bir girdabın etrafında dönüp duruyorum, arzulasam da boğulamıyorum o delikte.
Aşkı modaya uygun ve koreografik merasimlerle yaşıyorlar, görüyorum.
Dostluğu, dostun bokunu temizlemek gibi algıladıklarını biliyorum.
Hatırlamayı arayıp sormakla, sevgiyi temasla ölçüyorlar, anlıyorum.
İdrakle ilgili tüm kadim ve ahir kelimelere yemin ederim ki idrakindeyim bu olanların. Bir nokta eksik sadece: Ne yaptıkları tamam ama nasıl yaptıkları… Nasıl çıkabiliyorlar kendilerinden? Var olmuş kuyuların en karanlığı ve derini olan zihinlerinin duvarlarındaki hangi taşa basıp başka zihinlerle kaynaşıyorlar?
Dramatize etmiyorum söylediklerimi, “Bana bir şeyler oldu,” bahanesini sunmuyorum. O filmi izledik vaktiyle; bu, o değil.
Kimse doğrudan bir başkasıyla yaşamaz hiçbir şey. Önce içinde sever, önce içinde ısınır. Önce, tüm olan bitenlerin duygusunu ve fikrini demler derisinin altında neyi varsa, onunla. Temas, yalnızca bir temsilidir içeride olan bitenin. Başkasına saygı duymak diye bir şey yoktur mesela, başkasına kızmak ya da üzülmek de. İnsan, içinden çıkamaz kendinin; kökü kendisindedir ve şöyle bir dışarı çıkıp yine kendine girebilir en fazla. Oysa, gördüm bazılarını, çıkıp gittiler kendilerinden, bir daha dönmeyecek gibi.
Onlara sormadım kendilerinden nasıl çıktıklarını. O kalabalık, o çok sesli, egonun ve kibrin kırbaçladığı zihnin girdabını bir şekilde yırtıp sakin sulara nasıl demirlediklerini. Sormasın kimse zira her soru, en az bir beklenti içerir. En azından bir cevap… Ve hiçbir cevap, bir hikâyenin son cümlesi olamaz. Cevaplar yeni sorulara gebe Meryemler gibidir. Sorular, tam düşerken diğerine zincirlenen trapezciler gibidir. Soru işaretinin çengele benzemesi bu yüzdendir. Soru sorarsan bitiremezsin, soru sorarsan veda edemezsin.
Ben veda ettim; zihnimde ettim. Tasarlayarak… Zihnimdeki o kadar güzeldi ki gerçeğini etmeye kıyamadım bile. Kuyu ağızlarında cevaplar peydahlamadım, kestim trapezin ipini, kimin nereye düştüğüne bakmadım.
Ben zihnimden çıkamıyorum, beni zihnindekilere kapatamazsın.
Aramadığım şeylerle beni sınayamazsın.
Düşkünü olmadığım mutlulukla beni yıkamazsın.
Aklımdakilerle kendi aklına mastürbasyon yapamazsın.
Çünkü ben de çıktım o kuyulardan. Her çıktığımda da kendimin bir başka versiyonuyla karşılaşıp yeni bir kuyu buldum yeni kendime. Birçok “ben”i tek bir yazıya sığdırdım şimdi, uzun bir süre “ben” kelimesini görmeyeyim diye.
Kibir mi derler, tevazu mu, bilmem ama idrak ettim:
Resmi samimiyet; en geçerli iletişim biçimi. İçinde ve dışında. Herkesle ve her şeyle…
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)