“Yorgunum. Öyle, genel bir yorgunluk bu, birkaç saat uyuduktan sonra geçecek gibi olanlardan değil. Öyle olsaydı şimdiye çoktan zımba gibi biri olmuştum, çünkü yirmi dört saatten ibaret olan günün yirmi saatini yatakta geçiriyorum. Yatakta hiç iyi değilim. Kabuslar görüyorum. Onlara yeniliyorum, uyanıyorum –tekrar uyuyup tekrar yeniliyorum ve her seferinde daha da kötü yeniliyorum Beckett’ın aksine.
Bunları sana niye anlatıyorum hiç düşündün mü? Düşün, ama cevap verme. İzin ver ben konuşayım.
Bunları sana anlatıyorum çünkü kitap yazacak dirayetim ya da konuşacak başka kimsem yok. Sana anlatıyorum çünkü sen o elinde şarap kadehi ile gezen kokonalardan değilsin. Ya da elinde şarap kadehi ile o kokonaların peşinden koşanların da yanında değilsin.
Sen, ben ne zaman şarap şişesini elime alsam yeni bir şişe ile yanıma geliyorsun.”
“Doğru. Ne kadar da güzel söyledin…” dedi bana uzanıp elimdeki şarap şişesini alarak. “Kendiliğinden geldi öyle dilimin ucuna işte, isteyerek olmadı.”
“Biliyorum… Hayat genelde böyle…” dedi ve iki yudum içtiği şişeyi bana geri uzattı.
“İstediğinde yapamadığın şeylerin, olmadık zamanlarda kendiliğinden gelmesi, evet.”
“Ve kendiliğinden gitmesi…”
“Ben de gidiyorum.”
“Siktir git.”
“Saygını kaybetme. Geri döndüğümde bulacak tek şeyim, sana dair saygınlıklar olsun. Senden bağımsız; bedeninden, yüzünden ve sana ait tüm parçalardan bağımsız!”
Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Yaklaşık iki yüz metre ilerledikten sonra fazla uzaklaştığımı fark ettim fakat geri dönmeyi kendime yediremedim. Hemen sağımdaki sokağa girdim, biraz ilerledikten sonra tekrar sağa ve orada da biraz ilerledikten sonra yine sağa döndüm… Başladığım nokta karşımdaydı… Dönmek alçakça bir eylemdi. Bu nedenle orada; o, ona ve bana ait saygınlıklar ve onca sene koruduğumuz şahsi değerlerimiz yoktu. Piç gibi kalmış bir adam vardı.
Tek kişilik bir oyunun içinde yer almak, böyle bir şeydi işte. Uzun tiratlar ve sana ait bir sahne başlarda güzel gelse de birkaç gösterimden sonra yoruluyordun hep aynı cümleleri okumaktan. Ve insanlar seni, seninle beraber sahnede değil, seyirci koltuklarında dinlemeyi seviyorlardı.
Sizleri saygıyla selamlıyorum biletliler. Ve perde iner…
92 İstanbul doğumlu. Varsa yoksa sinema… Tim Burton’ın Türkiye şubesi hayali varoluşunda yer alıyor desek yeridir. Bunun yanında düzenli ilişkisinde kuma görevi gören Edgar Allan Poe sevgisi, öykülerinde de kendini göstermektedir. Kendi yazıp, eşe dosta okuttuğu öyküleri 2013 yılında Kalem Kahve Klavye ile kamuya açıldı. Yıldız Tilbe’nin unutamadığı aşklarını şarkılarına yansıttığı gibi; zaman, ölüm ve varoluşla ilgili sorunlarına film ve öykülerinde yer vermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, Flört sever, Fenerbahçe’li güzel bir adamdır. Bunları da alırsak ortada Kerem namına hiçbir şey kalmaz.
Not: “Ozan Kotra’ya çok benziyorsun,” duyduğu en iyi iltifat.